İstiklal Marşı'm
Ara ara aklıma İstiklal Marşı’nın şu satırı gelir: hangi çılgın bana zincir vuracakmış! şaşarım. Güçlü hissetmeye ihtiyacım olduğunda veya güçlü hissettiğimde bir ışık gibi yanar zihnimde. Son zamanlarda başka bir satır daha canlanmaya başladı: yurdumu alçaklara uğratma sakın. Diğer satırları hatırlamaya çalıştım, uzun yıllar oldu okumalı, unutmuşum. Ancak bu sabah bir daha satır satır okumak istedim. Bana görünmek isteyen bir şey vardı sanki.
Bu marş 100 yıllar önce yazılmış. Yazıldığı şartlar ve hitap ettiği kitle çok farklıydı. Tarih bilgim sınavlardan geçecek kadar, şiirin ve yazarı ile ilgili bilgim de sınıfta her gün baktığım tablodaki kağıt üzerindekiler kadar oldu. O yüzden; yorumlarım hatalar içerebilir, kimseyi incitmek değil niyetim. Olabilecek hatalar için affınıza sığınıyorum.
Bu şiir sanki 100 yıl önce yazılmış ve artık sadece bir formalite olmuş gibi hissettim. Yani modası geçmiş sanki: asker değilim, savaşa da gitmiyorum. Bu şiir bana ne anlatıyor? Ben bu şiiri bugün bir birey olarak, bir kişi olarak okudum. Bir kişi olarak, bireysel olarak anlamaya çalıştım. Bugün barışın ve modern hayatın hakim olduğu bir noktada okuyorum. O yüzden; şiir benim için sembolik bir başyapıta dönüştü. Yani sembollerle zamansızlaşan bir eser oldu. Birinin bana anlattığı bir bağımsızlık ve özgürlük hikayesini oldu. Ben de okudum.
Eser 10 parçadan oluşuyor. Parça parça okuyacağım. Bunlar tamamıyla kendi kişisel yorumlarım, abartılarım, hatalarım, ilişkilendirmelerimdir. Eserin taşıdığı ciddiyetin ve hassasiyetin farkındayım. Bunu yaparken yine affınıza sığınıyorum. Bu kadar paklamadan (disclaimer) sonra başlayabilirim.
Tam girmeden şu iki kutbu da eksenimizde tutalım isterim:
“Yurtta sulh, cihanda sulh.” — Mustafa Kemal Atatürk
Bu cümleyi bir zoom yaparsak önünde şu var aslında: Kişide barış. Yani en küçük birimden başlıyor. O yüzden başı ve sonuna istediğimiz kadar şey ekleyebiliriz. Cem Yılmaz’ın güldüğü içimizdeki huzur burada.
Bir diğer uygun gördüğüm düşünce ise Hz. Muhammed’in söylemiş olabileceği şu söz:
“Biz küçük cihaddan döndük, şimdi büyük cihada gidiyoruz.”
— Hz. Muhammed (s.a.v)
Bu şiiri, ben büyük cihad penceresinden okuyorum.
Göl’e mayamı bırakıyorum.
1. kıta
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bu muazzam güçlü bir giriş. Şüpheye hiç yer bırakmıyor. Direkt! Karanlıkta duyabileceğimiz bir ses. İlk kelimesi ilk nefes gibi.
Bayrak nefestir.
Yurt bedendir.
Millet; bütündür, birliktir.
Nefes, bütünü bedende buluşturur.
Nefes’in; bağımsızlığını, gücünü kendinden alan, kontrol edilemeyen özellikleri vurgulanıyor bu dörtlükte. Burada bir güven tanımı var. Garanti veriyor: “Sen bunu bana bırak.”
İlk cümle neredeyse takva’nın tanımı, takva’ya davet var.
İkinci satır bedene geliyor. Bedende hayat ateşi(enerji) yanmaya devam ettikçe, dumanı — yani nefesi, yani bayrağı — dalgalanmaya devam edecek.
Üçüncü satırda nefes; benim birliğimin, bütünlüğümün işaretidir. O bayrak, o nefes yalnızca “benimdir”; bana, benim varlığıma, benim bilincime aittir.
Nefes, vatan olan bedenin üzerinde bir bayraktır.
(Burada okumalar “farkındalık” ile de yapılabilir.)
“Millet” kavramı, birlik ve beraberlik düşüncesiyle birçok öğretide işlenmiştir. Buddha’nın sama samadhi öğretisi, ikiliklerin birleşmesi vs bu düzlemde okunabilir. Psikolojideki IFS (Internal Family Systems) yaklaşımı bile, bireyin içsel parçalarını “millet” kavramı içinde düşünülebilir.
Nefes, bilinç ve bilinç dışını birleştiren güçtür; farklılıkları altında toplayan bayraktır.
Bu ilk kısım o kadar güçlü ki izini her yerde sürebilirsiniz. Burada bırakacağım.
2. kıta
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Nefes, kendisiyle konuşmaya başlıyor.
“Oyun daha bitmedi ki?
Neden bıraktın kendini?
Ben hâlâ buradayım,” diyor nefes.
Burada, şiddetten barışa bir geçiş var.
Şiddet ile, isyan ederek olmaz bu işler. Efor önemli burada, nasıl bir efor harcandığı.
Bağımsızlık, zaten “millet” olanındır.
Bir olan, birlik olan zaten bağımsızdır;
özünde hürdür.
Bu dizelerde Buddha’nın Dört Yüce Gerçeği’nden ilk ikisini yaşamış birine, kalan ikisinin — yolun ve kurtuluşun — hatırlatılması vardır.
3. kıta
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Artık nefes kendisiyle tanıştırıyor bizi. Bu, nefesin — ve onun ardındaki, içindeki enerjinin — en saf tanımları. Burada bir kendini hatırlama var. Nefesi ile tanışmış bir bedenin, kendi gücü ile tanışmış bir bireyin şahitlik ettiği durum.
Bunu bence vücudun enerji sistemlerini açıklamak için de kullanabiliriz.
Vücut kendini temizlemeye kararlı burada. Vatan toprakları, işgalcilerden arındırılacak başka yolu yok.
Geldikleri gibi gidecekler!
Burası nefsin 7 mertebesinin 2. basamağı. İlkinden ikincisine geçiş başlıyor.
4. kıta
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Nefes’in peşine takıldık gidiyoruz.
Nefes, rüzgar gibi. Engelsiz değil. Ancak, burada nefesin gücü diğer her şeye karşı bir kez daha vurgulanıyor, hatırlatılıyor.
İnanç pekiştiriliyor.
Düşman (garb) kim olursa olsun,
gücü (çelik zırhlı duvar) ne olursa olsun.
Bu göğsün sınırlarından içeri giremez.
Burada gücün keşfi ile birlikte sınırlar da beliriyor. O sınırların dışında ne olduğundan bağımsız, içeride bir güç var. Bireysel sınırlar, bedensel sınırlar ve onları koruma iradesi tanınıyor. Bu, bir güçlenme ve özgüven kazanımı (empowerment) anıdır.
İman, sadece boş elin tutabildiği;
her maddeden, her silahtan, her duvardan daha güçlü bir şeydir.
Düşman elim eli bana tokat atabilir;
ama bana, benim elim ile tokat attıramaz.
5. kıta
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Bu, sabır dörtlüğü.
Saldırılar durmayacak; ancak vad edilen günler — daha önce işaret edilen — eninde sonunda gelecek. Başka bir olasılık yok. Buradaki alçakların hiçbiri tamamen “dışarıda” değil.
Nefes, arkadaş nasihati veriyor.
Bu kolay olmayacak, ama bir garanti var. It is bound to happen. Umutsuzluğa, karamsarlığa karşı bir antidot.
Buradaki sabır, pasif bir bekleyiş değil.
Aktif bir katlanma hâli; bir dayanıklılık, bir endurance.
Buddha’nın Sekiz Katlı Yol’u (Eightfold Path) burada yankılanıyor.
6. kıta
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Nefesten bedene geçiş tamamlanıyor.
Beden artık bu cennet vatan oluyor.
Tanı: kimler yatıyor bu bedende, kefensiz ve sessiz?
“Beden” diyerek geçme, fark et!
Kaç kez şehit oldun bu topraklarda, bu bedende?
Buradaki uyarı, disembodiment tehlikesine karşı:
Vazgeçme bu bedenden heveslerin uğruna.
Mesela: alkol, sigara, uyuşturucu, aşırı cinsel arzular, aşırı yeme, aşırı spor, aşırı çalışma… Yıpratma bu bedeni, bu cennet vatanı bu dünya uğruna.
Burada travma, somatik terapi ve diğer ruhsal öğretilerle bağ kurabiliriz. Inner child çalışmaları için de mükemmel bir metafor. Bir tür vipassana (body scanning) pratiği gibi okunabilir.
Bayrağa, nefese çağrı vardı yukarıda.
Şimdi toprağa, bedene çağrı var.
Anapana’dan Vipassana’ya geçiş yapıyoruz.
Goenka’nın 10-günlük programının 4.günü bu:
nefes farkındalığından beden farkındalığına.
7. kıta
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ölmeden ölünce geriye tek vatan kalıyor bu dünyada. Bu cennet vatanda sayısız şehit. Tek vatan için her şeyden vazgeçiliyor.
Burada asıl meyvenin tadı konusuyor.
Pure-consciousness, saf bilinç.
Formdan formsuzluğa geçiş yapıldı.
Bu fakirleşmek isteyen Sufi tanımlamaları.
Buddha’nın boşluğuna olan arzu.
Bedenin ölmeden binlerce kere öleceksin.
Hüda = Tanrı, ilahi güç
Cüda = Ayrı, kopuk, parçalanmış
8. kıta
Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
Burada artık masaya oturuyor taraflar.
Vatan temizlendi, bayrak özgürce dalgalanabiliyor.
Millet olmanin şartları sıralanıyor.
Bireysel meclis kurulmuştur.
Bu, bir tür kişisel anayasadır:
Bireysel sınırlar belirleniyor;
Bu sınırların korunacağını da ortaya koyuyor.
Burada dini terimler, yalnızca ibadet bağlamında okunursa anlamı fakirleşir.
9. kıta
O zaman vecdile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Vatan (beden) artık tüm düşmanlardan temizlendi. Bu dörtlük, en güzel çakralar ile anlaşılabilir:
Son satır, crown chakra (taç çakra) ile ilişkilendirilebilir.
Temizlenen ve vatan gibi korunan bir bedende, enerjinin aktifleşmesi ve yükselmesi anlatılıyor. Önce nefes tanımlandı, sonra beden; şimdi enerji devreye giriyor.
Bu bölüm, aydınlananları ve ermişleri betimliyor.
Ten Bulls‘daki dokuzuncu resim burası.
Bir ekmek, bir su gibi sarıldığın bedeninde, vatanında özgürsun. Artık nefesini, bedenini ve varlığını rahat bırakabilirsin.
10. kıta
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Ruh düşmandan temizlenen bedende artık özgür.
Nefes, bir bayrak gibi dalgalanacak.
O artık özgür ve bağımsızdır.
Bayrak artık özgürce, kendince dalgalanıyor. Onu özgürleştirmek için çekilen her çile, dökülen kan sonunda helal edildi.
Ruh, düşmandan temizlendi; beden artık özgür.
Yok olan vardır artık.
Var olan yok olamaz artık.
Nefes, özgürdü. Hakkı oydu.
Bir olan, birlik olanın hakkı ise bağımsızlıktır.
Son kısım teslimiyettir.
Nefes, artık özgür, ve kendinin, en başından beri oldugu gibi.
İstiklâl Marşı, Buddha’nın öğretilerini anlatan bir şiirsel bir yoldur. Buddha’nın yolu, İstiklâl Marşı’nı anlatan bir öğretidir.
Nefesten bedene,
Bedenden birliğe,
Birlikten yokluğa,
Yokluktan özgürlüğe geçiştir.
Marş, nefese sahip çıkmakla başlar;
ve nefesin özgürce, bağımsızca dalgalanmasıyla biter.
Artık hepsi özgür ve bağımsızdır. Cennet vatanı, nirvanadır.
Kapanış
İstiklâl Marşı, herkesin içindeki tohumu sulayan bir pınardır.
Onu muhteşem ve zamansız kılan da budur.
Satırlar, Gazali’nin cevizi gibi açılıyor;
Okudukça zenginleşen bir eser bu,
her okuduğunda yeni anlamlar çıkayor.
Ayna gibi her baktığında farklı görünüyor.
Ölümsüz bu ruha şahitlik eden ve bunu bizimle paylaşan herkese teşekkür ederim.
Bu aydınlığı bizimle paylaşan herkesin önünde eğiliyorum.
İmanı bizimle paylaşana, herkesten Allah razı olsun.
Özgürlüğünü bizimle paylaşan herkese saygılarımı sunuyorum.